Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, henüz ‘anne’ olma yaşına gelmemiş, ‘eş’ olmaya karar vermemiş bir çocuğu, kendi anne ve babasının dahi evlendiremeyeceğini vurguladı. Görmez, “Cinsel istismara kapı aralayacak bir düzenlemenin hukuk ve adalet sistemimizden onay alması mümkün olamaz. Bu bağlamda hak ihlalleri ve tecavüzler cezasız kalamaz” dedi.
Adana’da düzenlenen; ’33. İl Müftüleri İstişare Toplantısı’nda konuşan Görmez, toplum içinde her bir bireyin, kendisini güven ve eman içinde hissetmesi gerektiğinin altını çizerek, devletin; vatandaşların hak ve dokunulmazlıklarını koruyan en güçlü mekanizma olduğunu vurguladı. Görmez, “Kadınların taciz ve şiddete, çocukların ihmal ve istismara uğramaları, affedilecek bir suç değil” yorumunu yaptı.
Görmez, “Kimse örften beslenen ve geleneksel tarım toplumunun genlerinde var olan bazı uygulamaları din-i mübin-i İslam’ın bir gereği olarak göremez, gösteremez. İslam’da bireyin akıl ve ruh sağlığının korunması esastır. Travmatik sonuçlar doğuran hiçbir ilişki tecviz edilemez. İslam bireyin mükellefiyetini akıl ve buluğ şartına bağlar. Bir kişinin kendi sorumluluğunu üstlenme ve kendi ayakları üzerinde durması akıl ve buluğ ile mümkün” dedi.
İbadetlerde ‘buluğ yaşı’ esas alınırken, muamelatta bunun yeterli olduğunu kaydeden Görmez, şöyle devam etti; “Ergenlik gerek şart, ancak yeter şart değil. Yeter şart akılla tamamlanır. İkisi var olmadan muamelat konularında mükellefiyet şartları yerine gelmemiş olur. Evlilik insan hayatının en önemli adımlarından, en ciddi kararlarından birisidir. İslam’a göre nikah; sadece nikah değildir, hem ahittir, hem akittir, hem bir misaktır.”
Görmez, “Henüz anne olma yaşına gelmemiş, eş olmaya karar vermemiş bir çocuğu annesi, babası dahi olsa evlendiremez. Buluğ çağına erse de akli melekeleri gelişmemiş, eş olmanın anlamını, aile olmanın yükümlülüğünü, anne olmanın gereklerini henüz öğrenmemiş ve idrak edememiş bir kız çocuğu babası tarafından dahi evlendirilemez. Buna rağmen çocuk yaşta evliliğin İslam odaklı tartışılması ve konuşulması üzücü olmuştur” diye konuştu.
Cinsel istismara kapı aralayacak bir düzenlemenin, Türk hukuk ve adalet sisteminden onay almasının mümkün olmadığı yorumunu yapan Görmez, “Devlet hiçbir ayrım gözetmeksizin kanatları altında yaşayan herkesin ırz ve namusunun da teminatıdır. Bu bağlamda hak ihlalleri ve tecavüzler cezasız kalamaz. Elbette mağduriyetler varsa bunlar serinkanlı tartışarak giderilmeli, mevzii durumlar genele teşmil edilmemeli, yeni mağduriyetlere zemin oluşturmamak adına kılı kırk yaran bir özenle hareket edilmeli” dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, uydu üzerinden yayın yapan bir takım radyo ve televizyon kanallarının, sadece din istismarı üzerinden ticaret yapan kanallar haline gelmesinin ciddi bir sorun olduğu yorumunu yaptı. Görmez, “Sahte bal sattı diye kanallar kapatılabiliyor. Peki ‘sahte din’ satmaya kalkışırsa ne yapmak lazım? Elbette ki bunun önlemini almamız gerekiyor” dedi.
Görmez, din güvenliği açısından; din emniyetini toplumda sağlama noktasında karşı karşıya kalınan en önemli tehlikenin; ‘din istismarı’ olduğunun altını çizerek, dini istismarın da sadece duyguların istismarı değil, bunun da ötesinde güç, imkan ve kaynak devşirmenin aracı haline geldiğini anlattı. Görmez, “Yaşadığımız ihanetin ardından devam eden süreçte toplum olarak bir yandan hassasiyetlerimiz, bir yandan da özeleştirimiz artmıştır” diye konuştu.
Mehmet Görmez, “Bu darbe girişimi ideallerimizi tırpanlayabilir mi? Hayır. Geleceğe yönelik umutlarımızı silebilir mi? Elbette hayır. Gayretlerimize yön veren hedeflerimizi küçültebilir mi? Bilakis hedeflerimizi büyük tutarak yolumuza hep birlikte devam edeceğiz. Bugün hukuki tedbirler bir taraftan devam ederken, bize düşen ahlaki tedbirleri ve dini, manevi mücadele mekanizmalarını işletmektir” ifadesini kullandı.
Kitlelerin istismar ağına düşmemesi için farkındalık oluşturmanın, kendi görevleri olduğunu kaydeden Görmez, “Sınırlarımız içinde FETÖ, PKK ve DEAŞ farklı biçim ve zamanlarda aziz dinimizi kendi habis ideolojilerine alet etmeye çalışırken, bize düşen onların ektiği zehirli tohumları toplamak, hastalıklı damarları kurutmaktır. Sağlıklı damarlar açıp, eğitim ve irşada ağırlık verip, İslam’ın sahih bilgisini, doğru din anlayışını insanımıza öğretmek” dedi.
“Adaletin tesisinde makam, yaş, statü, cinsiyet, ırk gibi unsurlar hiçbir şekilde ayırıcı rol üstlenemez” diyen Görmez, “Suç konusunda ve hukuk önünde herkes eşittir. Hiçbir olay karşısında kin ve intikam duygusuyla hareket edilerek adaletten taviz verilemez. Adaletsiz uygulamalar toplumun vicdanını yaralar. 15 Temmuz’da yaşanan işgal ve darbe kalkışması hepimizi yaralamış ve büyük bir toplumsal travmaya neden oldu” yorumunu yaptı.
Görmez, şöyle devam etti; “Bu olaya karışanlar, bunu planlayanlar ve her türlü desteği verenlerle ilgili hukuki takibin yapılması, toplumun vicdanındaki yarayı hafifletmekte ve şehitlerimizin muazzez ruhunu rahatlatmaktadır. Ancak burada altını çizmek isterim ki, soruşturmalar ve açığa almalar sürerken müphem noktaların oluşmaması için azami gayret gösterilmeli. Mahcubiyetimizin ve vebalimizin büyüklüğü tedirginlikle birleşince adaletsizliğe kapı aralamamalı, esas olan bu habis yapının çökertilmesi olmalı.”
Mehmet Görmez, “Bu yapıyla bir şekilde yolu kesiştiğinde cahil ve masum adımlarla hareket ederek iyi işler yaptığı zannedenler, örgütün akıl hocalarından, proje mimarlarından, kasa ve cüzdanlarından, elebaşlarından ayrı değerlendirilmeli. Bu kişilerin topluma yeniden kazandırılması, karşılarında devletin hakkaniyeti ve mutedil duruşunu bulması son derece önemli” uyarısında bulundu.
Uydu üzerinden yayın yapan bir takım radyo ve televizyon kanallarının, sadece ‘din istismarı’ üzerinden ticaret yapan kanallar haline geldiğini savunan Görmez, bunun ciddi bir sorun olduğunu anlattı. Görmez, “Sahte bal sattı diye kanallar kapatılabiliyor, peki sahte din satmaya kalkışırsa ne yapılmalı? Elbette bunun önlemini almamız gerekiyor. Bu konuda gerek Türksat’ın, gerek RTÜK’ün ivedilikle bir düzenleme yapması kaçınılmaz hale geldi” dedi.
Görmez, konuşmasını da şöyle sürdürdü; “İslam’ın yüce değer ve gayesiyle barışmayan, toplumumuza bidat ve hurafelerle örülü gerçek dışı bir din anlayışı sunan bu yayınlara müdahale basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Bilakis bunu önlemek din güvenliğimizin, din emniyetimizin gereğidir. İslam’ı tahfif ve tezyif eden, Müslümanların dini duygularını sömüren bu yayınların düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğüyle ilgisi yok. Genel ilkeler ortaya konularak dini yayınlar konusunda hukuki bir düzenleme yapılmalı. Aksi takdirde giderek kırılganlaşan toplum yapımız yeni ayrışma ve çatışma alanlarıyla karşı karşıya gelecektir.”