80’li yılların ortası… Hürriyet Haber Ajansı’nın “acar” muhabiriyim. Yaşça benden büyük gazeteci ağabeylerime saygısızlık olmasın diye bu fotoğrafa fazla bir şey yazmayacağım. Bilgisayarı bırakın, faks cihazı dahi yoktu, o dönemler. Haberler telefonla alınır, teleksle merkeze geçilir, bir kopyası yazı işlerine gönderilir, arşiv de arkamdaki dolaptaki gibi ilkel koşullarda tasnif edilirdi. Telefon ve daktilo baş aktördü. Bir de fotoğrafları saatlerce uğraştan ve telefon hatlarının izin verdiği sürede merkeze geçtiğimiz “telefoto” diye mucize bir cihaz vardı ki, o gerçekten baş tacımızdı. Seyahatlerde bir koltuk kendimize, bir koltukta ona satın alırdık. Deyim yerindeyse gözümüz gibi korurduk.
Özellikle yaygın gazetelerin taşra masasında çalışanlar (günümüzde yurt haberler servisi deniyor) en ağır basın emekçisiydi. Fotoğrafta görüldüğü üzere… (O dönem günde 3 paket sigara tüketiyorum. Ama toplamda belki de 10 sigara tüttürüyordum. Çünkü sigarayı yakıyor, ama iş yoğunluğundan kül tablasında unutuyordum. Sigara kendi kendini imha ediyordu).
Haber merkezinin hali böyleydi de, Yazı İşleri farklı mıydı? Onu da orada görev yapanlar yorumlasın. Hadi bakalım Yazı İşleri emekçileri Erdal Fernergiz, Hamdi Şölen, Mustafa Akköse, İsmail Çevik, Şahin Esendemir, Erol Karataş, Önder Kürklü, Mehmet Atay, Ramazan Yaygın, Yusuf Aslan, ilaveten sektörün pikaj, montaj, dizgi ve kamera (karanlık oda denilirdi) emekçileri (adını yazamadıklarımdan özür diliyor, çoğu benden büyük olduğu için kaybettiklerimize de mekanı cennet olsun diyorum) buyurun söz sizde… Ha bu arada muhabirlik yapan meslek büyüklerim ve yaşıtlarım da o dönemlere ait anılarıyla katkıda bulunabilirler. Dilerlerse genç gazeteci kardeşlerim de düşüncelerini yazabilir.
Özetle gerçek şu ki; gazetecilik o yıllar zor ama çok özel ve güzeldi. Günümüzde ise ne meslek kaldı, ne emek, ne de emekçi…